Your ads will be inserted here by
Easy Plugin for AdSense.
Please go to the plugin admin page to
Paste your ad code OR
Suppress this ad slot.
Vietnam’ın Da Lat şehrine vardığım ilk gün hostelde Emilia ile tanıştım. Arkadaşı ile buluşup sonrasında motor kiralayıp çevreyi dolaşacaklarını ve benim de katılmak isteyip istemediğimi sordu. Yalnız seyahatin en güzel yanı insanlarla tanışıp çok hızlı karar verebilmek. Emily’e “tabi, çok sevinirim.” dedim. Önce açık bir yer bulup kahvaltı ettik, sonrasında arkadaşının kaldığı ve motorları kiralayacağımız hostelin yolunu tuttuk.
Da Lat’a vardığımda hava sıcaklığı hiç de hava durumu aplikasyonlarının gösterdiği dereceleri göstermiyordu, yanımdaki bütün kışlıkları Ho Chi Minh’de bırakmış olmanın pişnamlığı bir yana sıcak tutan kıyafetler almam gerekiyordu. Bu durumda olan tek ben de değildim, gördüğüm pek çok gezgin ve Emilia’da aynı durumdaydı. Hostele yakın sahte spor malzemeleri ve kıyafetleri satan bir mağaza bulduk ama yok yok yani, fiyatlar da çok ucuz değil ama ihtiyaç olunca el mecbur. Hızlıca birşeyler beğendik, buarada benim aldığım montu aşağıdaki fotoğraflarda görebilirsiniz. Yetmedi aşağıdaki fotoğraftaki açık pazardan eşofman da aldık ve böylece motor üstünde donmamayı garanti ettik.
Hostel de hemen yanı başımızdaymış, Niksa ile tanışıp, oturup sohbet etmeye başladık, nerelisin, ne iş yaparsın, ne seni yola çıkardı vs. Türk olduğumu öğrenenlerin yüzünde de nedense ilginç bir şaşkınlık oluyor. Kaç Türk’ün yollarda dünyayı keşfetmekte olduğunu bilseler bu kadar şaşırmazlardı.
” Motorlar hazır ” girişteki görevli bize sesleniyor…Niksa manuel motoru alıyor, Emilia’da ben arkada oturucam diyor…hmmm güzel de ben daha önce arkamda biri otururken motor kullanmadımki hiç, yani ya frene sert basarsam ve arkamdaki fırlarsa diye bir korkum vardı…Emilia’ya bunu söylememe rağmen yine de sorun etmedi…hadi bakalım görücez nasıl olacak.
Niksa uzaktaki şelalerden bahsettiği için önce depoyu fullemek gerekiyordu. Benzinci bulup sıraya girdik ama sıra bir anda kaosa dönüşünce biz de aradan sıyrılıp boş pompayı kaptığımız gibi ordaki çalışan eşliğinde depoyu fulledik, parayı da ödeyip şehir merkezinden ve binlerce motorsikletliden uzaklaşmak için Niksa önde biz arkada yola koyulduk.
Da Lat doğası ile ünlü bir şehir…ve biz de bu güzellikleri kısa bir sürüş sonrasında görmeye başladık…dağlar, ormanlar, göller. Şehir merkezinden uzaklaştıkça dibimizde biten ya da önümüze kıran motorların sayısı azaldıkça biz de hızı artırdık. Şelalelerin olduğunu düşündüğümüz bir yere geldik ama aradığımızı bulamasak da aşağıda resimde mavi çerçeveli güneş gözlüğü ile poz veren Simon ile karşılaştık, o da şelalelerin peşindeymiş, naptık, voltranı oluşturup şelaleleri aramaya birlikte devam ettik.
Niksa’nın(mavi ceketli) olur olmadık yerlerde durup şelale sesi duymaya çalışması ile ben de frene yavaş basma kabiliyetimi geliştirdim. İlk iki deneme de uçuracak kadar olmasa da yine de sert denebilecek frenden sonra alıştım, uçan düşen bir Emilia olmadı tabloda, uhhh çok şükür. Niksa en sonunda aşağıdaki resimdeki yerden şelale sesi geldiğini söyledi…Niksa’ya Şelale Adam diyeceğim bundan sonra hahaha. Bu gördüğünüz alanda durup aşağı doğru inmeye başladık.
Açık araziye gitmek yerine sola dönüp ormanlık alana doğru yürümeye başladık. Seyahatlerdeki bu spontanlığı seviyorum, anda kalıyorsun, anlık kararlar alıyorsun, iki kişi olan ekip dört kişiye çıkıyor, amaç şelale bulmak. Bunu normal akışınızdaki hayatınıza uyarladığınızda şöyle birşey ortaya çıkıyor…minibüstesiniz, aynı plazaya giden insanlarla tanışıyorsunuz, plazanın asansöründe orda çalışan diğer insanlarla da tanışıp onları da amacınıza dahil ediyorsunuz. Amaç Starbucks’ta kahve peşine düşmek…pek heyecanlı gelmedi mi? İşin gerçeği, çoğu zaman o kahveler yalnız içiliyor ya da sadece iş arkadaşları, tanıdığımız bildiğimiz insanlarla içiliyor. Aynı plazada, aynı döngüde olanlarla yolda, asansörde karşılaşılıyor ama tek kelime edilmiyor. Amanın, en iyisi ben sizi yine bizim şelale peşinde olduğumuz maceramıza götüreyim.
Ormanda yürürken bir ev görüyoruz. Herkes çekingen, bense “hadi gidip kapılarını çalalım, yereller şelalenin yerini bilebilirler belki” diyorum. Millet yine bir çekingen ama ben Tayland’ın ormanlarında kaybolduktan sonra bana çok da tuhaf gelmiyor. Ben ilerliyorum diğerleri arkamda, nasıl olsa yalnız değilim diye rahatım ama bir yandan da aklıma pek çok korku filmi geliyor…yahu bildiğin ormandayız, etrafta kimse yok, telefon çekmiyor…ne kafa işte ama insan negatiflik denizine kendini bırakırsa evden çıkmaması gerekir zaten…
Köpekler bizi görünce bir anda coşuyor ve akabinde kimse yok dediğimiz evden bu amca çıkıyor ve bizi “Hellooooo (merhabaaaa)” diyerek büyük bir gülümseme ile karşılıyor, nasıl rahatladığımızı siz düşünün. Biz de hep bir ağızdan “Helloooooğğğğ (merhabaaaa)” diye karşılık veriyoruz.
Bizi içeriye çağırıp eşi ile tanıştırıyor. Tatlı insanlar, hemen sandalye getiriyorlar, adamın eşi çocuğunu da çağırıyor ve anında facebook arkadaşı oluyoruz, garip değil mi ama seyahat ederken bunlar normal geliyor hahaha.
Çocuğun bizi Facebook’tan eklemesi garip gelmemişken, bize SevenUp gazoz ikram edilmesi ilginç gelmişti…ormanın içindeyiz ve ağaçtan yapılmış bir ev ama yabancı markalar hayatlarına bu kadar girmiş…tabi gazozun yanında bir tabak içinde et de ikram ediyorlar, diğerleri yiyor ama ben ne eti olduğunu bilmeden yiyemediğim için teşekkür edip hakkımı diğerlerine devrediyorum.
Niksa ve ben fotoğraf çekmek için izin aldıktan sonra başlıyoruz çekimlere. Bu evin babası….
Burası evin yatak odası…
Evin tavanına asılı bir sürü kuş kafesi var ve bazen aynı anda şakıyorlar ve enfes bir senfoni çıkıyor ortaya….
Your ads will be inserted here by
Easy Plugin for AdSense.
Please go to the plugin admin page to
Paste your ad code OR
Suppress this ad slot.
Niksa ve Simon’ın burdaki selfielerde barış işaretine karşı kendi selfie işaret dillerini geliştiriyorlar. Örümcek ağlarına dikkatinizi çekerim…Ben küçükken annem çalıştığı için eve bakıcı kadın geliyordu…biri de beni “tavandan örümcekler çıkacak!” diye korkutmuştu, alacağı olsun o teyzenin o kadar yaramaz bir çocuk da değildim yahu. Annem bu korkuyu ben biraz büyüyünce yenmemi sağladı ama tabi nerde görsem yine de dikkatimi çekiyor…
Bu fotoğrafla Şelale adam bana “Miss Selfie( bayan selfie)” demeye başlıyor hahaha….Aile ile selfie çektirmeden olur mu hiç…
Telefondan selfie çekmek yetmiyor, çıkartıyorum poloroid kameramı ve 3 kez şipşak çekip bunu da hediye olarak bizi ağırlayan aileye veriyoruz ve hemen duvarlarına asıyorlar.
Vedalaşıp şelalenin peşine düşüyoruz….
Az gittik, düz gittik, baya bir aşağı indik ve sonunda bir nehir bulduk… nehrin kıyısında biraz soluklanıyoruz.
Niksa yine şelale sesi duyuyorum diyip yerinde duramıyor ve başlıyor kaya tırnamışına. Ben ve Emilia önce “cık mık, yapmayız” diyoruz ama sonra biz de peşinden gidiyoruz. Niksa iyice uzaklara gidiyor ve gözden kayboluyor sonra “şelaleyi bulduuuum!” diye bağırıyor…biz o kadar uzağa gidemiyoruz, gördüklerimizle yetinip dönüş için yukarı tırmanmaya başlıyoruz.
Burdan ayrılıp Da Lat’ın yolunu tutuyoruz, en azından öyle düşünüyoruz çünkü kaybolup Da Lat yerine kendimizi başka bir şehirde buluyoruz. Da Lat olmadığını anlayınca onca yolu geri dönmemiz gerekiyor. Benzin bitip her an yolda kalır mıyız korkusuyla onca yolu katedip sonunda varıyoruz.
Mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin? İşte mutlu, güneş gözlüklü gözlüklü voltran ekibi…
O kadar yürüme, tırmanmadan sonra rüzgar yemiş bünyeler aç tabi. Açık bulduğumuz İtalyan restoranına dalıp hem yemek hem sohbet…4 farklı milliyetten insanın konuşacak o kadar çok şeyi oluyor ki saatler geçiyor…Burdan sonra Vietnam yeni yılı olan TET kutlamalarına katılmak için yine yola çıkıyoruz.
Voltranda kim nerden, ne yapar sorularına kısa da olsa cevap veriyim…
Emilia, Arjantinli bir mimar ama canına tak edip Yeni Zelanda’da barda da çalışmış, çiftlikte de. Şimdi de Güney Asya’yı dolaşıyor…
Simon, Alman ünivesite öğrencisi, değişim programında Çin’in Suzhou şehrinde okuluna devam ediyor.
Niksa, diğer lakabı ile Şelale Adam. Kendini dünya vatandaşı olarak tanımlıyor, birçok yerde yaşamış…kendisi bir bilim adamı ve Malta’da yaşıyor.
Evrim, diğer lakabı ile Bayan Selfie…beni biliyorsunuz canım, İstanbulluyum ama Şangay’da yaşıyorum. Uluslararası bir okulun İşletme bölüm başkanıyım, Expat Neighbors’ın kurucusuyum, ve bir yandan da gezilerimi, tecrübelerimi, öğrendiklerimi blogum vasıtası ile sizlerle paylaşıyorum.
4 farklı milliyetten insanın buluşmasının bu kadar kolay olması ve güzel anları deneyimlememizin sebebi hepimizin ortak noktası olan komfor alanlarımızı geride bırakıp kendimizi seyahate bırakmamızdır.
Haydi yola çıkın, merak etmeyin yol sizi inanılmaz insanlarla tanıştıracak, anlık kararlar aldıracak…”iyi ki çıkmışım yahu” dedirtecek!
Bir sonraki hikayede görüşmek üzere ama gitmeden facebook, instagram, youtube‘dan yolculuğumu takibe almayı unutmayın canlar.
Nice maceralara,
Evrim